3 Ağustos 2023 Perşembe

AHMED KUDDUSİ TÜRBESİ

 

Niğde'nin Bor ilçesinde yaşamış Ahmed Kuddusi, mutasavvıf ve şair. Vefat edince defnedildiği mezarlık şehrin ortasında kaldığı için taşınınca Kuddusi'nin de kabri şu an şehrin batısında yer alan şehir mezarlığına nakledilmiş, kabrinin üstüne yarı açık bir türbe yapılmış. Dediklerine göre dönemin kaymakamı rüyasında Ahmed Kuddusi'yi görmüş; Kuddusi, kabrini şehrin dışına taşıdıkları için sitem etmiş, kabrini ziyaret edenlerin azalmasından dertlenmiş. Kaymakam da şehrin ortasında türbe biçiminde bir makam yaptırmış. 

Bugün şehirde türbe olarak bilinen bu yapı içinde bir sanduka var ancak içinde Kuddusi'nin mezarı yok. Gelen geçen bu yapının içine giriyor, dışından ellerini açıyor ve dua ediyor. Böyle içinde kabir bulunmayan bir türbe inşasına gerçekten ihtiyaç var mıydı, bilemem. Orada dua eden insanların çoğu boş bir türbede dua ettiklerinden -eminim- habersiz. Şayet bir zatın ruhuna dua etmek için onun mezarında bulunmak gerekmiyorsa, yani kabrinden uzakta da dua edilebiliyorsa -ki edilir- içi boş bir türbe yaptırmanın ve insanları yanıltmanın ne anlamı vardı? Eğer yer yerinde durursa birkaç nesil sonra insanlar Ahmed Kuddusi'nin orada yattığını zannetmezler mi, hatta iki yerde birden bulunduğuna inananlar çıkmaz mı?

Ve türbeyi yaptırdığı söylenen kaymakam, acaba o binayı gerçekten bir rüya üzerine mi yaptırdı, yoksa birilerinin baskılarından kurtulmak için mi? Çünkü bu türbeci takımı son derece mutaassıp, son derece cahil, son derece fütursuz, son derece saldırgandır. Bir orduya karşı tek başınıza savaşabilirsiniz, galip gelme ihtimaliniz vardır. Ama türbeci takımına karşı savaşamazsınız. Onların bambaşka inançları, güçleri vardır. En iyisi onların türbelerine dokunmamaktır.

Şehir mezarlığındaki Kuddusi'nin gerçek türbesinin başına yukarıdaki levha konulmuş. Aynı bilgiler yalancı türbenin içinde de camdan bir levhaya yazılmış.

Levhada mavi renkle altı çizilen bölümlerde dil yönünden, kırmızıyla çizili bölümlerde ise din yönünden yanlışlar var. Artık cümleleri kurmaya çalışan kişi mi Türkçeyi doğru düzgün bilmiyordu, yoksa tabelayı yapanlar mı hatalı yazdı, bilinmez. Hem anlatım birçok yerde bozuk hem de hadde hesaba gelmez imla hataları mevcut bu tabelada. Binlerce insanın okuyacağı bir levhayı yazarken, yazdırırken daha itinalı olunmalı. Dilimiz bizim kültürümüz, geçmişimiz ve geleceğimizdir. Herkes bilgisi ve kültürü nispetinde konuşabilir ancak kamuya açık alanlarda yazılanları sadece dili bilenler yazmalıdır.

Dilin kullanımındaki hatalarından sayıca daha az olsa da hem dünyayı hem ahireti ilgilendirdiği, o levhayı okuyan binlerce cahil insanda yanlış bir İslam itikadı meydana gelmesine sebep olacağı için din yönünden korkunç derecede büyük hatalar bu tabelada yer alıyor.

"Şeyh uçmaz, mürit uçurur." türünden uydurma hikayeler, ucunun nereye gittiği, ne anlama geldiği düşünülmeden söylenmiş büyük cümleler; levhayı bir hurafe belgesi haline getirmiş.

1) Ahmed Kuddusi'ye "Kuddusi" ismini bizzat Allah vermişmiş. Allah böyle bir isim koyduğunu kime bildirmiş? Başka bir ifadeyle "Böyle bir vahyi hangi peygamberi aracılığıyla göndermiş? Biz Hz. Muhammed'i (s.a.v.) son peygamber biliyoruz (Ahzab, 40), bu iddia sahiplerinin bu husustaki inancı nedir? 

2) Kuddusi, annesinin karnında iken Allah'ın "Kuddusi" (Doğrusu Kuddûs olacak) ismini zikretmişmiş, annesi de duymuşmuş. Hamile kadınlar karınlarından gelen seslere anlam vermeye çalışırlarsa kendilerine ne deriz?

3) İlim tahsil ederek delillerle hakikat ilminin elde edilemeyeceği iddiası Ehli Sünnet itikadına aykırıdır. Peygamberler dışındaki insanların direkt Hüda'dan (Allah'tan) bilgi aldığını söylemesi bir sapıklıktır. 

4) Ne demek "Melekut Âlemi" ve bu âleme doğmak ne demek? Tasavvufçuların, eski Yunan felsefesinden alıp allayıp pullayıp rengini yeşile boyayarak servis ettikleri bu kavrama göre melekut âlemine doğan kişi, insan üstü bir varlık olmuyor mu? Peygamber bile "bir insan" iken (Fussilet, 6) nasıl oluyor bu?        

5) Seyrü süluk tarzını Rasulullah'tan nasıl almış? Elbette ya rüyasında ya bizzat görüşerek... Rüyalar, rüyalar... Peygamber adına uydurulan sözler... 

6) Şiirlerini Allah'tan aldığı telkinlerle yazmışmış. Buna vahiy denir. Buyurun bir yalancı peygamber daha... Hz. Muhammed'e şiir öğretmeyen Allah (Yasin, 69), Ahmed Kuddusi'ye şiir öğretmiş (!).

7) Peygamber; birine "Evlenirse cenazesine gelmem." diyor, buna da "Anadolu'ya git ve çok evlen." diyor. Kuddusi de 16 kadınla evleniyor. Bu kadar kadınla evlenmeyi Kur'an'a ve Sünnet'e uyduramadık, bari işi kılıfına uyduralım? Boşanmak, Allah'ın en sevmediği helal olduğu halde bu kadınların çoğunu boşayan bir insan, nasıl veli olabiliyor? Boşamadan bu kadar kadını (aynı anda nikahlanılabilecek sayının dört katı) nasıl nikahladı acaba? Ve çok kadınla evlenmek ile nasıl bir feyz alınabiliyor acaba? 

8) Kıyamete kadar icazet vermeye Allah tarafından yetkili kılınmışmış...

Kuddusi iyi bir şair. "Ey rahmeti bol Padişah / Cürmüm ile geldim sana", "Mestühayrânım / Zârugiryânım / Her dem lisânım / Der Allah Allah" gibi bestelenmiş ezgilerin güftesi ona ait. Yukarıdaki İslam itikadına aykırı iddialar da Kuddusi'nin kendisine aitse kendisini salih bir mü'min olarak değerlendirmek mümkün değil. Zira bunları söyleyenin ya itikadı bozuktur ya da akli melekelerinde sorunlar vardır; hastadır, halüsinasyonlar görmüştür. Hastalık sebebiyle söylenmişse bu sözler Allah sorumlu tutmaz belki, çünkü ehliyeti tam değildir; ama hasta olmadığı halde söylenmişse...

Bu iddialar şayet ona ait değilse, sonradan başkaları tarafından uydurulduysa, Allah katında kıymeti olan, salih bir zat da olabilir. Bu durumda Allah rahmet eylesin, mekanını cennet eylesin. 

2 Ağustos 2023 Çarşamba

MUSA'NIN (AS) DUASI

Firavun ailesi tarafından nehirde yüzen bir sepet içinde bulunan çocuk, sarayda itina ile büyütüldü. Firavunun, köleleştirilen binlerce insanın haklarını gasp ederek kurduğu görkemli sarayında lüks bir yaşam vardı. 

Musa (as), olgunluk çağına gelince Allah tarafından kendisine, zulümle zıt olduğundan Firavun sarayında bulunamayan hikmet ve ilim verildi. İlimle aydınlanan, hikmetle gözü açılan Musa şehirde dolaşırken iki kişinin kavga ettiklerini gördü. Birisi ezilmişlerden, diğeri ezenlerden. Ezilmiş olan, kendisinden yardım isteyince ona yardım etmek istedi; üstün sayılan adama bir tokat vurdu, eceli o tokadı bekliyormuş gibi adam oracıkta ölüverdi.

Şeytan oradaydı oysa, göremedi onu, ama işin arkasında onun olduğunu anladı. Eceli gelmiş adamı kavgaya şeytan sokmuştu çünkü. 

Pişman oldu Musa (as), bir daha böyle olaylara karışmamaya karar verdi, Allah'tan af diledi. Allah bağışladı onu.

Musa (as) saraya dönemedi, geceyi şehirde korku içinde ve gizlenerek geçirdi.

Ertesi gün, dün yardım ederken kendisi yüzünden birinin ölümüne sebep olduğu aynı adama rast geldi. Yine zalim topluluktan biriyle kavga ediyordu, yine Musa'dan yardım istedi. Yardım edecek oldu ancak adamın "Dün birini öldürdüğün gibi bugün de beni mi öldüreceksin?" sözüyle geri adım attı. "Anlaşılan, ey Musa, sen yeryüzünde ıslahçı olmak dururken zorbalık etmek istiyorsun." demişti adam ardından. Şeytan yine oradaydı, belki de ezilmiş adam rolünü oynuyordu. Dünkü olayı da sağda solda anlatıp sabaha kadar kulaktan kulağa yaymıştı.

Bir dost geldi koşarak ve dedi ki "Ey Musa, adamlar toplanmışlar seni öldürmenin hesaplarını yapıyorlar. Beni dinle ve kaçıp git buralardan. Ben senin iyiliğini istiyorum." (Kasas 28/20).

Musa (as), korku içinde arkasını kollaya kollaya şehri terk ederken Allah'a yalvarıyordu: 

"Rabbim, beni şu zalimlerin elinden kurtar." (Kasas 28/21).

Başka bir şehre yönünü çevirdi, yeni bir hayat umuduyla dedi ki "Umarım Rabbim bana doğru yolu gösterir." (Kasas 28/22).

Gariplerin Sahibi'ne güvenip gurbet yoluna koyuldu. 

Medyen şehrinin kenarında akan ırmağın kıyısına ulaşınca koyunlarını ırmaktan sulayan adamlarla karşılaştı. İki genç kızın koyunlarını ırmaktan uzak tutmaya çalıştığını gördü.

Niçin böyle yaptıklarını sordu kızlara. Babalarının yaşlı olduğunu, koyunlarını sulayacak kendilerinden başka kimselerinin olmadığını söylediler. Erkeklerin koyunlarını sulayıp çekilmelerini bekliyorlardı, onların arasına karışmak istemiyorlardı. Terbiyeli, edepli, ahlaklı, vakar sahibi kızlardı. Şimdiki feministler orada olsaydı çirkeflik yaparlardı şüphesiz ama o kızlar oyuna getirilebilecek kızlar değildi.

Musa (as); yardım etmek istedi onlara, koyunları alıp götürdü ırmağa, daldı çobanların arasına, sulayıp getirdi sürüyü ve ardından bir gölgeye çekildi, açtı ellerini dua etti: 

"Rabbim! Bana göndereceğin her türlü hayra ve yardıma muhtacım." (Kasas 28/24). Muhtaçtı; ne kalacak yeri ne yiyecek bir lokması ne üstündekilerden başka giyecek elbisesi ne eşi ne dostu ne koruyucusu ne beş kuruş parası vardı.

Duasını bitirir bitirmez kızlardan birinin geri geldiğini gördü. O kadar nazik, o kadar edepli, o kadar güzel...

"Babam seni çağırıyor." dedi, "Hayvanlarımızı sulamanın karşılığında sana ücret ödemek istiyor." (Kasas 28/25).

Allah duaları kabul eder ama hemen kabul etmesi nedendi?

Belki Musa'nın (as) içtenliğinden, belki ihtiyacının şiddeti ve acizliğinden... Belki de yaptığı iyilik sebebiyle idi.

Dua et, Allah'a dua et. İsteklerini evrene, yani boşluğa söyleme; Allah'a söyle, o işitir, bilir ve onun gücü her şeye yeter. İçtenlikle dua et, dua etmekten uzak durma, sıkılma ve bıkma. Ama dua etmeden önce iyilik yapmayı da ihmal etme. İnsanlara iyilik yap, hayvanlara iyilik yap, ihtiyaç sahiplerine yardım et. 

Ve kızların babası gibi en küçük iyiliklere bile iyilikle karşılık ver. Sana bir iyilik yapana sen de bir iyilik yapmaya çalış. En ufak bir emeği bile istismar etme, karşılığını ödemeye çabala. 

Kızların yaşlı babasına başından geçenleri anlatınca Musa, yaşlı adam dedi ki "Endişelenme, o zalim insanların eli buraya kadar ulaşamaz, kurtuldun onlardan." (Kasas 28/25).

Kızlardan biri, belki de az önce gidip utana sıkıla Musa'yı evlerine davet eden, dedi ki "Babacığım, bu adamı ücret karşılığında işçi olarak yanına alsan olmaz mı? Ücretli çalışanların en iyisi; güçlü kuvvetli, işten anlayan ve güvenilir olan kimsedir." (Kasas 28/26).

Bu kadarcık sürede anlamıştı Musa'nın (as) çalışkan, güçlü ve güvenilir olduğunu. Belki de gönlüyle bilmişti. Belki de anlamamışsa da kalsın istemişti.

Yaşlı adam; insan sarrafıydı, derhal fark etti Musa'daki cevheri.

"Benim yanımda en az sekiz sene çalışmana karşılık şu iki kızımdan biriyle seni evlendirmek istiyorum." dedi. (Kasas 28/27). Teklifi kabul etti Musa. Hem yeri yurdu hem malı mülkü hem ailesi oldu. En önemlisi de bir işi oldu. Sekiz yıl içinde Musa güçlenirken düşmanları tarafından unutuldu, kendisine duyulan öfke azaldı.

Dünyadaki en büyük nimetler kişinin bir aileye, iyi bir eşe, huzurlu bir yuvaya, temiz bir işe sahip olmasıdır. Eğer bunlara sahipsen Musa (as) gibi duası kabul edilmiş bir kimsesin, şükretmelisin.

31 Temmuz 2023 Pazartesi

SÜT - KAN - FIŞKI

"Sağmal hayvanlarda sizin için elbette bir ibret vardır. Size onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla geçen dupduru (ve tertemiz) bir süt içiriyoruz." (Nahl 16/66)

Bir koyun ya da keçinin karnında bir veya iki karışlık bir alanda birbirinden farklı belki onlarca çeşit sıvı meydana geliyor, yan yana akıyor, Aynı alanda idrar oluşuyor, pislik toplanıyor ve kendilerine ait kanallarda dolaşıp atılıyor. Aynı alanda kalın, ince, kılcal damarlarda kan dolaşıyor. Aynı alanda tertemiz, beyaz, tatlı, yumuşak süt oluşuyor. 

Kanı içmeyiz, idrardan iğreniriz, dışkıdan midemiz bulanır. Aynı ortamdan neşet eden sütü lıkır lıkır içerken ne kanın rengini görürüz ne idrarın ve dışkının kokusunu alırız. 

Ortam pislikleri de arı duruları da barındırır. Muhit ne kadar bozuk da olsa sen süt gibi halis olabilirsin. Toplumda caniler, hırsızlar, namussuzlar, faizciler, tefeciler, fırsatçılar, sahtekar yalancılar - şimdi biraz fazla olsa da -  hep olacaktır. Sen onların arasında olsan da onlardan olma yeter. 

Kan da fışkı da süt de aynı maddeden ve aynı ortamda meydana geliyor. İkisi pis, biri tertemiz. Her insanın ham maddesi aynı olsa da kötüsü var, iyisi var; hatta kötüler biraz da fazla. Olsun kötü kötüdür, iyi iyi. İdrar dökülür, süt içilir. Fışkı, fosseptik çukuruna atılır; süt mideye indirilir. Fışkı, gübre böceklerini çoğaltır; süt yavruyu büyütür.

Sağında solunda pislik insanların olmasına; onların büyüklüğüne, çokluğuna aldırma. Bir inek, verdiği sütten daha fazla idrar ve fışkı atar. Kıymetli olan sütüdür ancak. Ot ve samandan ne kadar fazla pislik atılırsa süt de o kadar halis olur. Toplumdaki çirkeflerin nüfusu ne kadar çoksa iyilerin kalitesi de o kadar fazladır.

İnsanların bir şeye kıymet verip vermemesinin önemi yoktur. İnsanlar bugün kıymet verir, yarın alır. Bir şeyin kıymeti, zatında olursa kıymettir.        

BİLGELİK YOLU

Konfüçyüs ve Tao ile birlikte eski Çin fikriyatının en önemli filozofu olan Mo Zi'nin (MÖ 470-391) düşüncelerinin yer aldığı "Bilgelik Yolu" devletin temelini "liyakatin yüceltilmesi ve kabiliyetin değerlendirilmesi" olarak belirliyor.

Eski zamanın bilge krallarından örnekler vererek kendi zamanının krallarına nasihat eden Mo Zi'nin öğütleri bugünkü kralların, liderlerin, başkanların da kulaklarına küpe olacak ayardadır.

Devlet kademelerine görevlendirme yapılırken liyakat ve yetenekten önce, daha liyakatli ve yetenekliler varken kendi siyasi görüşünden (samimi veya çıkarcı), kendi cemaatinden/tarikatından, kendi memleketinden, kendi akrabalarından, kendisine menfaati dokunanlardan birilerini atamakta bir beis görülmediği bir devirde yaşıyoruz maalesef. Böyle bir davranışı sergileyenler, kendilerince meseleyi mantıklı hale getirip tabii, hatta bir hak olarak görebilirler bunu. Hatta bu şekilde hak (!) davalarına hizmet ettiklerini, vatanperverleri iş başına getirerek vatan ve milletin bekasını garanti altına almaya, hainleri saf dışı bırakmaya çalıştıklarını bile ifade edebilirler. Bu topraklar, bu tür düşünceler için oldukça mümbittir. Hep başa gelenler, ayağa düşenleri ezmeye, kendi ekiplerini yerleştirmeye çabalamış; onlar gitmiş ötekiler gelmiş, çark böyle dönüp dururken memleketin temiz ve saf insanlarının hakları yenmiş, servetleri yağmalanmıştır. Bu mümbit memleket ayrık otlarından yakayı kurtaramadığı için güller çiçekler ülkesi olmayı bir türlü başaramamaktadır. 

Tarihin önünde sonunda doğruyu söyleme gibi bir karakteri vardır. Neyi, nerede ve nasıl saklamayı başarırsak başaralım; günün birinde tarihin kahramanlar sayfalarında sadece gerçek kahramanların ve dürüstlerin isimleri kalacaktır. O sayfalardan silinenler ise Allah'ın, meleklerinin ve insanların lanetiyle kötü birer isim olarak kalırlar.

İmkanım olsaydı her bir yöneticiye altını çizdire çizdire okutmak isteyeceğim "Bilgelik Yolu"ndan birkaç paragraf:

Eski zamanın bilgi kralları Göğü örnek alarak devletin idaresinde liyakati yüceltmeye ve kabiliyeti değerlendirmeye büyük özen gösterdiler. Gök; zenginle yoksul, asille sıradan, uzaktaki ile el altındaki ve yakın ile uzak ilişkiler arasında bir ayrım yapmaz. Liyakatsiz kimseler alıkoyulur ve bertaraf edilirken liyakatli kimseler öne çıkarılır ve terfi ettirilir. 

Şimdi eğer krallar ve büyük devlet görevlileri dünyaya hükmetmek ve derebeylerini yönetmek istiyorlarsa dünyaya yönelik emellerini gerçekleştirmek ve ünlerini sonraki kuşaklara kadar yaymak istiyorlarsa neden liyakati yüceltmeyi devletin temeli olarak görmüyorlar? Bilge kralların övgüye değer tutumları bu şekildeydi. 

Bugün dünyanın memur ve beyefendilerinin tümü her ne kadar özel konuşmalarında liyakati yüceltiyorlarsa da iş, kararnameleri çıkarırken ve halka düzen verirken halkla temasta kalmaya geldiğinde liyakati yüceltmeyi ve kabiliyeti değerlendirmeyi bilmezler. Bunlar küçük meselelerle ilgili net bir kavrayışa sahipken büyük meselelerle ilgili aynı kavrayışa sahip değillerdir. Şimdi bir kral, dük ya da büyük devlet görevlisinin elinde kesemeyeceği bir öküz ya da koyun varsa bunun için yetenekli bir kasap getirtmelidir. Elinde kumaşı varsa fakat elbiseyi dikemiyorsa bunun için yetenekli bir terzi getirtmelidir. 

Bir kral dük ya da devlet görevlisi böyle bir durumda kaldığında karşısındaki akrabası yahut zengin ya da soylu addedilmiş biri veya kılığı kıyafeti gösterişli biri bile olsa gerçekten de o kimsenin ehil biri olmadığını bilir ve onu bu işte görevlendirmez. Peki niçin? Çünkü onun eldeki malzemeye zarar vermesinden korkar. Bir kral, dük ya da devlet görevlisi böyle bir durumda kaldığında liyakati yüceltmeyi ve kabiliyeti değerlendirmeyi ihmal etmez. Halbuki ülkesi söz konusu olduğunda böyle değildir. O zaman kral, dük ya da devlet görevlisi eğer ortada akrabası yahut zengin ya da soylu addedilmiş biri veya kılığı kıyafeti gösterişli biri varsa önce onu atar. Öyleyse bir kral, dük ya da devlet görevlisi bir elbiseye ya da bir öküz veya koyuna gösterdiği alakayı kendi ülkesine göstermiyordur. Dünyanın memur ve beyefendilerinin küçük meselelerle ilgili net bir kavrayışa sahipken büyük meselelerle ilgili aynı kavrayışa sahip olmadıklarını böylece anladım. Bu tıpkı ahmak birini elçi yapmak ya da sağır birini müzik ustası olarak atamak gibidir.

     

12 Temmuz 2023 Çarşamba

FİRAVUN'UN ŞANSSIZLIĞI ya da APTALLIĞI

Rivayete göre Firavun, bir gece rüyasında, Beytülmakdis'ten çıkıp gelen bir ateşin Mısırlıları ve Mısırlıların evlerini yaktığını görmüş. Rüyasını yorumlamalarını çevresindeki bilginlerden istemiş; bir kâhinin, rüyayı İsrailoğullarından o yıl doğacak erkek çocuklardan birinin ileride Firavun'un saltanatını yıkacağı şeklinde yorumlaması üzerine Firavun Mısır'da soykırıma başlamış. 

Ülkenin her tarafına adamlarını salmış, İsrailoğullarına mensup yeni doğmuş erkek çocukları bulup öldürüyorlarmış. Etrafındaki dalkavuk kâhinlerden birinin sözüne tereddütsüz inanan Firavun, bu zekice(!) tedbiri ile saltanatını ayakta tutacağını zannetmiş.

İşte Firavun'un bir aptallığı...

Düşünememiş... Eğer kâhinin verdiği haber doğruysa istediği kadar çocuk öldürsün saltanatını yıkacak olan o bir tek çocuğu öldüremeyecektir. Bu durumda belki binlerce çocuğu öldürmenin, yüz birlerce insanın kin ve nefretini kazanmanın, tarihe "zalim" diye geçmenin ne faydası olacaktı? Yok şayet saltanatını yıkacağı düşünülen o çocuğu öldürüp saltanatı kurtarmak mümkünse kâhinin verdiği haber bir yalandan ibarettir. Bu durumda da palavracı bir kâhinin sözüyle o kadar insanı katletmenin ne manası vardı?

Firavunun adamları İsrailoğullarının evlerini kapı kapı gezip yeni doğan erkek çocukları bulup öldürüyorlardı. Ana babaların ağlamaları sızlamaları, yalvarıp yakarmaları en ufak bir fayda vermiyordu. 

Bu sırada Nil nehri, bir sepete konarak kendisine emanet edilen yeni doğmuş bir erkek çocuğunu Firavun'un nehir kıyısındaki sarayına getirdi. Sepeti Firavun'un eşi fark etti. Nehirden çekip aldıkları sepette yeni doğmuş bir erkek çocuğu olduğunu gören Firavun'un eşi çok sevindi, çocuğu çok sevdi. Firavun'a bu çocuğu evlat edinmeyi teklif etti. Aptal Firavun da kabul etti, çocuğu sarayına aldı.

Düşünemedi... Bir çocuğu niçin sepete koyup da nehre bırakırlar? Yeni doğmuş bu erkek çocuk İsrailoğullarından ise onu evlat edinip sarayda büyütmek saltanat için büyük bir risk değil miydi? İsrailoğullarının erkek çocuklarının öldürüldüğü bir zamanda nehirde yüzen sepetteki erkek çocuğun İsrailoğullarından olmama ihtimali var mıydı? Eğer kâhinin dediği doğruysa saltanatı yıkacak olan o çocuk bundan başkası olabilir miydi? Musa'yı yaşattıktan sonra onun dışındaki bütün çocukları öldürsen ne olurdu ki?.. 

Düşünemedi...

Çocuğu emzirmek istediler, hiçbir kadının göğsünü kabul etmedi. Sonra oradaki bir kız dedi ki "Size onu emzirebilecek birini bulayım mı?"

"Bul." dediler. 

Gelen kadının göğsünü bebek kabul etti ve ondan süt emmeye başladı.

Aptal Firavun, demedi ki "Bu kadının sütü olduğuna göre çocuk doğurmuştur. Ey kadın! Senin çocuğun nerede? Çocuk hiçbir kadından süt emmezken bundan emdiğine göre bu kadın bu çocuğun annesidir. Bu kadın kimdir, necidir, kimlerdendir? Eğer çocuğun annesi ise dışarıda adamlarım İsrailoğullarının çocuklarını avlamaya çalışırken ben enayi miyim o çocuklardan birini, hem de etrafında bu kadar olağanüstülük dönen bir çocuğu alıp sarayımda besleyeyim?"

Besledi, büyüttü ve saltanatı o çocuk eliyle yıkıldı. 

Kâhin mi gaybdan doğru bir haber verdi; yoksa kâhinin palavrasına aldanarak binlerce suçsuz günahsız çocuğu katleden aptal Firavun'un zulmü ayyuka çıktığı için Allah, onun saltanatını yıkacak bir Musa mı gönderdi, bilinmez ama bu Firavun'un en büyük şanssızlığı; etrafında dalkavuk danışmanların bulunması ve onun en büyük aptallığı dalkavukların sözlerine inanarak insanlara zulmetmesiydi. 

Uyanıkken insanlara kan kusturan Firavunlar, bazen rüyalarıyla yıkılırlar.

Her Firavun için bir Musa yaratan Allah'a hamd olsun.

28 Haziran 2023 Çarşamba

DEĞİŞMEZ YASALAR

Medeniyet ve teknik sahasında yükselen, nüfusu günden güne artan insanlık; hayata hakim olacak sağlam ve değişmez yasalara gittikçe daha fazla ihtiyaç duyacaktır. Tıpkı insanın vücudu gelişip güçlendikçe daha ileri düzeyde akla ve zekaya ihtiyaç duyması gibi...

Bugünün toplumları Kur’an’a 7. yüzyılın Arap toplumundan daha fazla muhtaç. Çünkü onların basit bir hayatları vardı, çok fazla yaşam ilkesine ihtiyaçları yoktu. Bugünün medeniyeti karmaşık yapısıyla her seviyedeki ve her yöndeki ilişkilerini düzenleyecek doğru ilkelere muhtaçtır. Değişmez, tecrübe edilmeye ihtiyaç duymaz ilkeler şüphesiz Allah'ın kitabında bulunur. İnsanların ürettikleri ilkeler kendi tecrübelerinin ürünü olup önemli ölçüde hata ihtimali taşır.

Koyduğu yasalara uyanlar için hem dünyada hem ölümden sonraki hayatta mutluluk vaat eden; yasaklarını çiğneyenleri dünyada huzurdan yoksunlukla birlikte bazı hallerde çeşitli bedensel ve maddî yaptırımlara uğramak, ölümden sonraki hayatta da can yakıcı azaplarla korkutan bir sistem; mükemmel sistemdir.

Beşerî yasaların denetçilerinden gizlenebilirsiniz, ilahî yasaların denetçileri sizi her zaman ve her yerde kayıt altına alırlar. Dünya mahkemelerinin yargıçları ölümlü ve hatalı kullarken ilahî mahkemenin Hâkim'i ölümsüz, her şeyi gören, bilen ve ve her şeye gücü yeten mutlak adaletin kaynağı...

Yaratıcının yasalarına sırtını dönen bir cemiyet beşeriyetin koyu gölgesi içinde boğulmaya mahkumdur.

12 Haziran 2023 Pazartesi

FİRAVUN'UN ŞANSI

Çevremizde akıl danışacağımız hiçbir insanın bulunmaması bazen büyük bir şanstır. Birileri varsa ve biz onlara danışmışsak onlar da bilmediklerini itiraf etmişlerse bu da bir şanstır.

Elbette bir bilene rastlayıp akıl almak en iyisidir, fakat bilenin olmadığı yerde ilk iki seçenek çok kıymetlidir. Böyle bir durumda en büyük talihsizlik ise bir cahilin fikrini sormak, cahilin de bilenler gibi konuşmasıdır.

Yusuf Peygamber Mısır zindanlarının karanlıklarında çilesine çile eklerken birkaç gece ilginç rüyalarla uyanan Firavun'un en büyük talihi, etrafındaki bilginlerin ve kahinlerin "Bu gördükleriniz karmakarışık düşlerdir ve biz bunların yorumunu bilmiyoruz." diye bilgisizliklerini samimi olarak itiraf etmeleri olmuştu.

Böylece bilen birini aramaya devam etti, Yusuf'u buldu. 

Yusuf; bilgi ve hikmeti cahilleri, iffeti edepsizleri rahatsız ettiği için nisyan kuyularına atılmış haldeydi. Rüya yorumlamaktaki bilgisini, dürüstlüğünü tecrübe etmiş bir saray çalışanının aklına Yusuf'u getirdi Firavun'un bilgiye duyduğu ihtiyaç. 

Bundan binlerce sene önce karanlık zindanlara, geniş sınırlara, karşı konulmaz kuvvetlere, kanun hükmünde kelamlara sahip bir kral bilgiye kıymet veriyordu. Hem de sahibinin kimliğine, nerede ve niçin bulunduğuna bakmaksızın... 

Haksız yere hapse tıkılan Yusuf'un suçsuzluğunu itiraf ve iade-i itibar ettiler. 

Firavun, hakikatli adamdı. Bilgisini alıp Yusuf'u bir kenara atmadı. Kıymeti özünde taşıyan Yusuf ile devletinde bir makamı şereflendirdi. 

Firavun'un çevresindeki kâhinler, biliyormuş gibi kralın rüyasını yorumlasalardı büyük felaketlere sebep olabilirlerdi. 

Kralın rüyasındaki Nil'den çıkan yedi besili ve güzel inek ile yedi yeşil başağı, önlerindeki yedi bolluk senesi olarak yorumladı Yusuf. Nehirden çıkıp semiz inekleri yiyen yedi cılız ve çirkin inek ile yedi yeşil başağı yiyen yedi kuru başak da bolluk yıllarını takip edecek ve insanların elinde avucunda ne varsa yiyip tüketecek yedi kıtlık senesiydi. 

Basit gibi gözüken bu yorumu bilginler bilselerdi Yusuf'a başvurmazlardı, Firavun yanında kıymetleri artardı. İçlerinden biri yanlış bir yorum yapsaydı, Hz. Musa'nın doğduğu vaktin Firavun'una rüya yorumlayan kâhinin sebep olduğu gibi büyük felaketlere sebep olabilirdi. Deseydi ki -mesela- "Yedi besili inek sizin hükümranlığınızın yedi sene huzur içinde devam edeceğine, onları yiyip yok eden yedi cılız inek de sonraki yedi senede sizin hükümdarlığınıza son vermek isteyen kimselerin ortaya çıkacağına ve ülkede karışıklıklar çıkaracaklarına delalet eder." 

Firavun da ne yapması gerektiğini danışsaydı onlara; onlar da halk arasında casuslar dolaştırmasını; Firavun aleyhine konuşan, idareden şikayet eden, şüpheli davranan kimseleri bulup getirmelerini ve öldürtmesini tavsiye etselerdi mesela, tarihin akışı bambaşka olurdu. 

Ve Firavun onların tavsiyelerini uygulasaydı, ülkede yedi yıl yağmurlar yağsa bile zulüm ve akan kanlar yüzünden bolluktan huzurdan eser olmazdı. Sonraki kıtlık yılları bile Firavun'un zulümleri yanında hafif kalırdı. 

Firavun'un şansı, etrafındaki bilgisizlerin suskunluğuyla birlikte onun bilgi arayışı ve doğru insanı bulması ve ona güvenip yetki vermesiydi.